Uykusunun pare pare parçalandığı gecelerde sanki duvar üstüne üstüne gelmişti dev adımlarıyla. Kim bilir kaç gece sabaha kadar kendi kendiyle konuşmuş, korkuyu bir yorgan gibi üzerine giymişti titreyerek. Küçük evinin küçük odası üstüne yürümüştü yalnız kaldığı her gece. Gözyaşları, masum birer öpücük gibi belki milyon defa yanaklarından ustaca kaymış, dudaklarının kıyıcığında tuzlu bir tat bırakmıştı. Aynı sıklıkta kuru bir toprak üzerinde aksaydı bu gözyaşları, derin yarıklar oluşturur ve hatta ebedi silinmeyecek izler bırakırdı geleceğe, tıpkı önüne gelen her şeyi alıp götüren çamurlu seller gibi… Dört yıl ve kanlı gözyaşları… Hayat sahnesinin çöküntü fasılası… Uçurumun kenarında yaşanan bu fasılda, yüzlerce kez albümünü açmış ve her fotoğrafına saatlerce bakmıştı kadın, hatta konuşmuştu onlarla canlıymış gibi, nefes alıp veriyorlarmış gibi… “Ah canım, güz gülleri gibi dökülen yanım, seni ne kadar özledim.” dedi içinden… Alıp başını gitmek geldi içinden uzaklara… Selim Savaş Karakaş, Kalbini Bırak da Git Yukarıdaki hikâyenin bakış açısını bularak kısaca bilgi veriniz. Hikâyenin mekânını belirleyiniz. ( 10 Puan )​